Neden Kuruldu?
Köy Enstitüleri, yeni Türkiye Cumhuriyetinin; ihtiyacın ve çağın çok gerisinde kalmış asıl milletinin, bu açığı kapatmak üzere daha eğitimli, daha bilinçli, daha verimli, daha donanımlı olması için hayata geçirilmiş samimi ve iyi niyetli bir seferberlikti.
Evveliyatında ve hayata geçirildikten ve de kapatıldıktan sonra da isnat edilen suçlamalar, niyet okumalar ve ağır ithamlar bir hakikat ortaya koyamadı.
İstismar edilen dini taassup ve eğitimsizlik, bir milleti şuursuz ve istikametsiz bıraktığından en kolay yönetilebilir kalabalıklar haline getiriyordu. Bu da, gayesi bütünleşik olarak toplumsal faydadan çok; kendisi ve yakınlarından oluşan seçkin bir zümrenin menfaatlerini gözeten erkler için vazgeçilmez koşullar idi.
Köy Enstitüleri işte bu gidişi değiştirmek üzere; öncelikle ve özellikle köylüden başlamak üzere milleti aydınlatmak ve eğitmek amacıyla kurulmuştu.
***
Her zeminde olduğu gibi Köy Enstitüleri üzerindeki mücadele de; bir tırtıl olarak sürünerek yaşamını tamamlamak isteyenlerle, kendi ördüğü kozasının içinden yeniden doğup ömrünün kalanını bir kelebek olarak sürdürmek isteyenler arasındaki mücadele idi.
Bir taraf “sürünmek Allah’ın bizlere takdirinin tecellisi olduğundan, bunu sadakatle sürdürmek <kadere iman>ın da bir gereği olmakla bir tür ibadet sayılacağında, Allah’ın takdiri ve şefaatine nail olunacağı” iddiası ile her türlü değişime direnç gösteriyor.
Oysaki göremedikleri ve görünmez kılmaya çalıştıkları; tırtıla kendi kozasını örmesi marifetini ve o kozadan rengârenk bir kelebek olarak çıkması imtiyazını veren de yine Allah olduğu gerçeğidir.
Âdemoğlu’nu yaratıp, kıyamete kadar yaşamak üzere yeryüzüne salıvermesindeki Allah’ın beklentisinin; insanların kendini ve çevresini geliştirmesi, her bakımdan tekâmül etmeleri ve sürekli düşünerek iyiyi ve doğruyu bulmaları değil mi?
Aksi tutum ve davranışların; bu gerçeğe direnç gösterenlerin kendisinden çok başka birilerine faydası olduğunu neden idrak edemezler ki?
***
Yeni Türkiye Cumhuriyeti; muharebe meydanlarında yendiği düşman askerleri ve mütareke masalarında alt ettiği cihan devletleri gibi bir belayı daha vatan topraklarından def etmeliydi: cehalet ve feodal toplum yapısı.
Son yüzyıla gelindiğinde İstanbul başka Anadolu başka bir çağı yaşıyorlardı. Sarayın etrafını tutmuş idareciler ve imtiyazlılar büyük saltanat sürerlerken, Anadolu Ortaçağ karanlığında çıra ile yolunu arıyordu.
Nüfusun çok bölümü, kadınların ise neredeyse tamamı okuma yazma dahi bilmiyordu. Dünya sanayide, teknolojide, bilimde yepyeni bir döneme girmişken; büyük ihtiyaçları olan bir milletin kahir ekseriyeti cahil idi.
Birçok husustaki eksiklik eğitim konusunda çok vahim boyutlarda olmasına rağmen bir çözüm üretecek, bir reform yapacak çaba bile gösterilemiyordu.
***
Medeniyetler beşiği olan Anadolu’nun son halkının, çağın çok gerisine düşecek şekilde cahil kalmasının nedeni; Osmanlı Devletinin son demlerinde uygulanan üç alternatifle kısıtlı eğitim şekli idi.
- Biri medreselerde uygulanan dini eğitim,
- İkincisi klasik Tanzimat okullarında uygulanan batılı tarzdaki eğitim,
- Üçüncüsü de azınlık ve yabancı okullarda uygulanan milliyetçi eğitim.
Bu arada 1905 yılında Osmanlı topraklarında devletin bildiği 600; bu rakamdan çok daha fazla sayıda tespit edilemeyen evlerde ruhsatsız olarak faaliyette bulunan yabancı okul vardır.
Bu üç alternatifle uygulanan eğitim sistemi, sürekli birbirleriyle çatışan üç ayrı görüşte bir toplum ortaya çıkardı. Bu haliyle de ne ilerlemenin ve modernleşmenin, ne de bir ulus olmanın imkânı yoktu.
***
Büyük hedefleri olan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; Anadolu’da okul ve öğretmen eksikliği giderilmeliydi. İlköğretimin yaygınlaştırılmalı; bunda da öncelik ve ivedilik bu imkânlara en uzak olan alanlarda olmalı idi. İşte düşünceden hareketle Köy Enstitüleri, köy çocuklarına eğitim götürmek, köyü eğitim yoluyla canlandırmak amacı ile teşekkül ettirildi.
Öğretmenler köylülere, hem okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak şekilde örgün eğitim verdi, hem de modern ve ilmi tarım teknikleri ile bilinmeyen tarım türlerini öğretti. Kitaba deftere dayalı öğretim sitemi yerine iş için, iş içinde eğitim yöntemi tatbik edildi.
Köy Enstitülerinde köy öğretmenleri yanında sağlık görevlisi, teknisyen gibi meslek elemanları da yetiştirildi. Buralarda uygulanan usta öğretici modeli, yörede işini iyi yapan ve halk tarafından sevilen meslek ustalarının istihdam edilmesiyle önemli bir başarı sağladı. Köyünden alınıp öğretmen olarak yetiştirilen çocuklar; kendi köylerine öğretmen olarak gönderildi.
***
Köy Enstitüleri iddia ve itham edildiği gibi dini müesseseleri ortadan kaldırmaya dönük “komünist” eğiticiler ve dinsiz bir nesil yetiştirme gayesi ile değil; eksik kalan bilgi ve beceriyi yerine koyarak tamamlanmış nesil yetiştirmek üzere kuruldu.
Köydeki imamın yerine öğretmen koymak değil; köydeki imamın yanına bir öğretmen koymak idi hedef. İman ile ilmi, mana âlemi ile maddi âlemi, inanç ile aklı yan yana getirmek ve birlikte yürümelerini sağlamak idi maksat.
Atatürk, İzmir konuşmasına açık ve net hali ile kafasındakini tarif etmişti: “Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı şekilde bütün öğretim basamaklarındaki eğitimleri uygulamalı olmalıdır. Yurt evladı, her öğrenim basamağında, ekonomik hayatta başarılı, iz bırakan, eser sahibi olacak şekilde bilgilerle donatılmalıdır. Ulusal ahlâkımız, çağdaş esaslarla ve hür fikirlerle artırılmalı ve takviye olunmalıdır.”
***
Tüm bu iyi niyetli çabalar, başka planlara ve başka hesaplara aykırı düştüğü için uzun ömürlü olamadı. Bu sebeplerle ortadan kaldırılan Köy Enstitülerinde; tarımdan marangozluğa, sağlıktan güzel sanatlara kadar geniş bir yelpazede aldıkları eğitimle aydın nesiller yetiştirerek, aydınlık bir Türkiye inşa etmek murad edilmişti.
“Köy Enstitülerinin kurulduğu yerlere birer meçhul öğretmen anıtı dikilmeli ve her kuruluş günlerinde (17 Nisan) saygı duruşunda bulunmalıyız.” Uğur Mumcu